26 Şubat 2016 Cuma

BİLGE KARASU - GÖÇMÜŞ KEDİLER BAHÇESİ

   

     İstanbul Kitap Fuarından aldığım kitaplardan biri, okuduğum ilk Bilge Karasu kitabı, aslında fuara giderken alınacak kitaplar listemde yazarın "Kısmet Büfesi" kitabı vardı ama "Göçmüş Kediler Bahçesi" kitabı beni ismi ile çekti. "Beni al, sana ne dünyalar göstereceğim, Ne hayaller gördüreceğim" diye seslendi bana kitap.


       Kitap on iki öyküden ve bu öykülerin aralarında devam eden bir ana öyküden oluşuyor.  Öyküleri hepsi çok güzel ama beni en çok etkileyenler "Avından El Alan", "Dehlizde Giden Adam" ve "Usta Beni Öldürsen E! " öyküleri oldu. Öykülerin kurgusu, anlatım biçimi kesinlikle mükemmel. Kitap kurguyu, metaforları, benzetmeleri anlamaya çalışırken insanı yoruyor, bazen anlamaya çalışmakta yetmiyor, cümleleri keşfedip tamamlamakta gerekiyor okurken.  Ben açıkçası Bilge Karasu'nun anlatım biçimine alışıncaya kadar ilk iki öyküyü üçer defa okudum, sonrada elimden bırakamadım kitabı.  Zaten kitap öyle bir defa okunup kitaplığa bırakılacak bir kitap değil, her okunduğunda başka dünyalara götürecek, başka hayaller kurduracak, başka tatlar aldıracak nitelikte öyküler var kitapta. Kitap tam bir başyapıt, başucu kitaplarım arasına aldım,  Bilge Karasu okumaya devam.

2 Haziran 2015 Salı

MİNE SÖĞÜT - DELİ KADIN HİKAYELERİ



       





      Mine Söğüt okumayı sevdiğim bir yazardır. Kitaplarında şiirsel, duyarlı, imgelerle anlatan harika bir dil kullanır.  Deli Kadın Hikâyeleri tedirgin edici, sarsıcı 21 acı kadın öyküsünün buluştuğu bir kitap, bir öyküyü okuduktan sonra sonrakini hemen okumaya başlayamadım, ara vererek, sindire sindire okudum.  Okuması zor ama okumaya değer bir kitap, öykülerdeki kadınların deliliğini gerçekten duyumsuyorsunuz.




       Bahadır Baruter’in çizimleri de öykülerin rahatsız edici atmosferini pekiştirmiş. Okurken ruh halimi baya etkiledi, zaten depresif olunan bir dönemde okunmamalı bence, yeterince depresif içinize işleyen öyküler var kitapta...


















23 Şubat 2013 Cumartesi

AHMET ALTAN - KILIÇ YARASI GİBİ



           Ahmet Altan'ın 1999 yılında Yunus Nadi Roman Ödülü'nü aldığı romanı, kütüphanemde 4 yıl okunmayı bekledi. Roman II. Abdülhamit döneminde geçiyor. Ama bence tarih romanı değil, Osmanlının jurnalci istibdat dönemi, İttihat ve Terakki Cemiyetinin yapılanması, halk ayaklanmaları romanın fonunu oluşturuyor bence. Roman karakterlerinin özel yaşamlarının arka planında ilerliyor tarihi olaylar, gerçi bazen ön palana çıkmış ama yinede tarihi roman değil bence. Ahmet Altan roman karakterlerinin (tarihi kişilikler dahil) psikolojilerini çok güzel bir şekilde aktarmış. Bir padişahı psikolojisi ile anlatması etkileyici bence. Romanın kurgusu dili de çok iyi, roman alışkın olduğumuz gibi iki veya üç başkarakteri yok neredeyse bütün karakterler başkarakter niteliğinde ve Ahmet Altan bütün bu karakterlerin ilişkilerini çok güzel bir şekilde birbirine bağlıyor. Bu çok baş karakterlilik okuyucunun kafası karıştırmıyor en azından benim kafam karışmadı ve rahatsız etmedi. Ayrıca akılları başka yerlerinde olanların iddia ettiği gibi porno bir kitapta değil. Romandaki cinsellik kesinlikle pornoya kaçmıyor. Tamam cinselliğe biraz fazla yer veriyor ama bununda Ahmet Altan'ın tarzı olduğunu düşünüyorum. Ben romanı beğendim (ki romanı beğenmeyenlerin çoğu Ahmet Altan antipatisi olanlar bence), akıcı sıkılmadan okunacak sürükleyici bir roman, tavsiye ederim.

21 Ekim 2012 Pazar

NAZLI ERAY - KAYIP GÖLGELER KENTİ

İzmir Kitap Fuarında Turkuaz Kitabın standından 2 TL'lik kitapların arasından aldığım iki Nazlı Eray kitabından biri, öbürü 'Sis Kelebekleri'. Kitabın arka kapak yazısını okuduğumda Stalin hakkında kurgu bir roman, kapsamlı bir biyografi okuyacağımı düşünmüştüm. Fakat beklediğim gibi olmadı, belki ben beklentimi yüksek tuttuğum içindir, bilemiyorum. Kitapta bana göre bir olmamışlık var. Yazar Prag gezisinde yaşadıklarını daha önce gittiği Seul den anılarını da katarak büyülü, fantastik bir şekilde anlatıyor. Ama dediğim gibi bir olmamışlık var. Yazarın odasında beliren mucha kadınlarının, Stalin'in hayatına giren kadınların hayaletleri (yazar bunlara eski yüzler diyor) daha bir çok eski yüz çok zorlama olmuş. Büyülü bir gerçeklik yaratmaya çalışılmış ama olmamış, inandırıcı olmamış, romana yedirilememiş. Yazarın eski yüzleri gördüğünde çok normalmiş gibi davranması, ilk gördüğün de bile selam vermesi, mucha kadınlarından birine ağrı kesici vermesi, kafeler de kahve ikram etmesi yok artık dedirtiyor, En azından bu eski yüzleri ilk gördüğünde korkup çığlık atsaydın diye düşündürüyor. Anlatımda, tasvirlerde de çokca tekrara düşülmüş. Öyle ki tekrar eden sahneler, anlatımlar, tasvirler romandan çıkarılsa kitabın hacmi yarı yarıya düşer muhtemelen. Stalin'in hakkında verilen bilgiler geniş kapsamlı değil, özel hayatı ile sınırlı kalıyor. Yazarın işlemeye çalıştığı Franz Kafka konusu ise havada kalıyor. Kitabın en beğendiğim yönü ise her ne kadar çok tekrara düşülsede tasvirler, özellikle Prag şehrinin karlar altındaki görüntüsünün tasvirleri çok güzel.


Arka Kapak

Nazlı Eray'ın büyülü, renkli ve sürprizlerle dolu dünyasının kapısı bu kez Prag'da aralanıyor.
Geçmişin gölgeleriyle dolu bir kent: Prag.
Kentin loş sokaklarında dolaşan yabancı bir kadın ve karşısına çıkan geçmişin gölgeleri.
Tahta kaplamalı duvarları, sessiz aynaları ve kristal avizeleriyle sonsuzla bugün arasındaki tuhaf bir irtibat bürosu: Cafe Europa.
Rusya'nın unutulmaz lideri Josef Stalin'in gizemli ve tehlikeli hayatının açılan sayfaları: gençliği, ilk karısı Kato, 13 yaşındaki sevgilisi Lidia, Batum hapishanesindeki arkadaşları; yeraltı yaşamından Kremlin'e geçişi, ikinci karısı Nadya'nın esrarengiz intiharı. Çok sevdiği Kirov'un öldürülüşü.
Seul'e uzanan bir yolculuk. Buğulu tapınaklar, tuhaf rahipler, içinde ölülerin küllerinin saklandığı sıra sıra kavanozlar ve ölülere yazılan mektuplar.
Ve tekrar Moskova. İşkenceler hapishanesi Lubianka. İdam listeleri ve Stalin'in ölüm makinesi yakışıklı Yezhov.
Stalin'in ilk aşkı ve son gecesi.
Bir fırtınanın hayatı.



9 Temmuz 2012 Pazartesi

CANAN TAN - ISSIZ ERKEKLER KOROSU


Arka Kapak

Âdemoğlu Pansiyon'da bir fasıl gecesi... Müşterilerin hepsi erkek! Ezilen, horlanan, acı çeken, ağlayan, üşüyen, hatta dayak yiyen erkekler onlar. Her birinin ayrı bir hikâyesi, o hikâyenin içine nakşolmuş ayrı bir şarkısı var.Ve tanıdık birkaç yüz... Piraye'nin Haşim'i, Yüreğim Seni Çok Sevdi'nin Murat'ı ve eskilerin Eylemci'si Vedat da orada. Issız erkeklerden oluşan muhteşem koro eşliğinde şarkılarını söylüyorlar. "Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır!" sözü verenler... "Beni kör kuyularda merdivensiz bıraktın," diye sitem edenler... "Şimdi uzaklardasın," diyerek hiç dönmeyecek sevgililerine seslenenler...

Onların hikâyelerini paylaşırken, şarkılarında da kendinizi bulacaksınız...


Canan Tan’ın daha önce En Son Yürekler Ölür kitabını okumuştum. Kitabı okumadan önce ne kitap nede yazarı hakkında en ufak bir fikrim yoktu. Bir hevesle okumaya başladım ama daha ilk sayfalarında değil sonunu olayların nasıl gelişeceğini bile tahmin ettim. Tahminlerimde de yanılmadım. Ama başladığım kitabı sonuna kadar okumak gibi bir huyum var. (Bu arada tabağımdaki yemeği doysam bile bitiririm. Huy işte… ) O nedenle sonuna kadar okuma sabrını gösterdim. Canan Tan bana okuma zevki; beyaz dizi, ağlak, edebi zevkten yoksun kitaplardan yana olan genç kızların yazarı gibi geldi. Bütün kitaplarımı böyle yoksa ben mi en kötü kitabını aldım, sadece bir kitabını okuyup peşin hüküm vermeyeyim, haksızlık etmeyeyim diye küçük bir araştırma yaptım. Yok yanılmamışım. Hatta nispeten iyi bir kitabı rast gelmiş bana. İpek Ongun’un bir tık üstü kitaplar hep aynı, yaratıcılık yok yani. Sevenleri ‘ay çok duygusal’, ‘okurken çok ağladım’ diyorlar. Ama amaç ağlamak olsa televizyonda bir sürü ağlak dizi var onları seyrederim. Gerçi En Son Yürekler Ölür romanında organ bağışını işlemiş ama oda kurtaramamış kitabı. Bence çoksatarlığın iyi yazar olmakla hiçbir alakasının olmadığının canlı bir kanıtıdır Canan Tan. (Kendisi Forbes ’in en çok kazanan yazarlar listesindedir.) Canan Tan’ı okunmayacaklar listeme aldım. Ta ki son kitabı Issız Erkekler Korusu bana hediye edilinceye kadar. Kitabın tarzı öykü ile roman arası olunca bir şans vereyim dedim. Canan Tan kitabında erkek ezilmişliğini ele almış. Konu sıkıntısı çektiğinden midir öbür kitaplarındaki karakterlere yer vermiş. Diğer romanlarındaki erkek karakterler konuşturduğu bölümler var kitapta. Özellikle Piraye romanının Haşim karakterine ayırdığı bölüm kitabın büyük kısmını kaplıyor, romanı özet geçmiş. Hal böyle olunca kendimi Piraye yide okumuş sayıyorum.  Konusu da televizyon dizilerinde sık rastladığımız konulardan… Kitaplarında evirilip çevrilip tekrar eden cümleler, aynı edebi yoksunluk, aynı basitlik… Okumasaydım bir şey kaybeder miydim? Kesinlikle hayır… Hatta okumak için harcadığım zamanı da geri kazanırdım.

4 Temmuz 2012 Çarşamba

Göğe Bakma Durağı - TURGUT UYAR






İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yanab otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım

Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım

Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım

14 Haziran 2012 Perşembe

KAZUO ISHIGURO - BENİ ASLA BIRAKMA


   Bana hediye edildiğinde kitaptan –hediye eden arkadaşın edebiyata ilgisizliğini hesaba katarak- hiçbir beklentim yoktu. Yazarı da hiç okumamıştım. Romanın isminde bir aşk romanı, kapağında işe bir korku romanı çağrışımı vardı. Ama arka kapak yazısını okuyunca merakla okumaya başladım. Ve çok beğendim. Konusunu anlatmayacağım çünkü romanı okutan konusu. Ben okumadan önce konusunu bilseydim, kitaptan bu kadar tat almazdım sanırım. Kitabın ilk yarısında konuyu oluşturan olaydan imalı bir şekilde bahsedilmiş fakat asla açık açık yazılmamış. Bu yüzden merak uyandırıyor. Okulun öğrencilerinin neden dışarıdaki hayattan izole bir şekilde yetiştirildiklerini anladığınızda da bu sefer neler olacağını merak ederek okuyorsunuz. Ama kitabı, okutan sadece merak değil, yazarın üslubu, dili, anlatımı mükemmel bence. Yazar hikâyeyi kitabın baş kahramanı Kathy’nin iç monoluğu ile veriyor.  Romandan uyarlanmış Mark Romenek’in yönettiği filmini de en kısa zamanda izleyeceğim. 


Arka Kapak

 Yatılı okul Hailsham'ın öğrencileri, bahçe duvarının arkasındaki karanlık ormandan çok korkarlar. Hafta sonları veya tatillerde evlerine gitmez, Hailsham'dan önceki yaşamlarını hatırlamazlar. Dış dünyayla bağlantıları yoktur. Öğretmenler değil, gözetmenler tarafından eğitilirler. Spor ve sanata büyük önem veren gözetmenler, Hailsham öğrencilerine sürekli özel olduklarını hatırlatır ve bedenlerine çok iyi bakmaları gerektiğini tekrarlar.
    Kathy H. de bir Hailsham mezunu. Otuz bir yaşında ve bakıcılık yapıyor. Hailsham'daki en yakın iki arkadaşının yeniden hayatına girmesi üzerine, onlarla paylaştığı geçmişi gözden geçirmek zorunda kalıyor. Onları özel kılan şeyin ne olduğunu ve bundan sonra hayatlarını nasıl biçimlendireceğini daha derinden anlamaya ihtiyacı var. Şu sorunun cevabını da bulması gerek: Sanat ve aşk zamanı durdurulabilir mi?
Kazuo Ishiguro, yayımlandığı yıl Time tarafından İngilizce yazılmış en iyi 100 roman listesine alınan Beni Asla Bırakma’da, yıkıma götüreceğini bile bile kendi kaderini kabullenenlere odaklanmış görünüyor.